Zihinsel engelli bireyler, sağlık sisteminde özel gereksinimlere sahip önemli bir grup olmalarına rağmen, sağlık hizmetlerine erişimde fiziksel, ekonomik, iletişimle ilgili zorluklar ve sağlık profesyonellerinin önyargılı tutumlarından kaynaklanan çeşitli engellerle karşılaşmaktadır. Bu bireylerle sıklıkla etkileşimde bulunan hemşirelik öğrencilerinin tutumları, sunulacak bakımın kalitesi
açısından belirleyici bir unsurdur. Bu derleme çalışmasının amacı, hemşirelik öğrencilerinin zihinsel engelli bireylere yönelik tutumlarını etkileyen faktörleri incelemek, mevcut eğitsel yaklaşımları
değerlendirmek ve bu alanda iyileştirmeler yapılmasına yönelik bilimsel öneriler sunmaktır. Bu derleme çalışmasında, güncel ulusal ve uluslararası literatür taranarak yayımlanmış makaleler incelenmiş ve hemşirelik öğrencilerinin zihinsel engelli bireylere yönelik tutumlarını etkileyen bireysel ve çevresel faktörler belirlenmiştir. Bu derleme çalışması kapsamında incelenen çalışmaların bulguları, hemşirelik öğrencilerinin tutumlarını etkileyen temel faktörlerin bilgi düzeyi, önceki deneyimler, eğitim içeriğinin kalitesi ve kapsamı, iletişim becerileri ile toplumsal önyargılar olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle zihinsel engelli bireylerle daha fazla deneyim kazanmış ve kapsamlı eğitim almış öğrencilerin daha olumlu ve empatik tutumlar geliştirdiği belirtilmektedir. Tutumların olumlu yönde geliştirilmesi için hemşirelik eğitim müfredatlarında zihinsel engelli bireylere yönelik kapsamlı, teorik ve pratik içeriklerin yanı sıra deneyimsel öğrenme yöntemlerine daha fazla yer verilmesi gerekmektedir. Zihinsel engelli bireylere yönelik bakım kalitesini artırmak ve kapsayıcı sağlık hizmetleri sunmak amacıyla, hemşirelik öğrencilerinin bilgi ve farkındalık düzeylerinin sistematik olarak artırılması kritik bir gerekliliktir. Eğitim programlarının bu doğrultuda yapılandırılması, geleceğin hemşirelerinin daha duyarlı ve yetkin olmasına katkı sağlayacaktır.
	Bu sistematik olmayan derlemenin amacı, Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (EMDR)’nin anksiyete bozukluklarındaki kullanımına dair literatürde yer alan bulguları derleyerek, farklı bozukluk türlerindeki etkilerine ve uygulama biçimlerine ilişkin bir çerçeve sunmaktır. Araştırma sürecinde; Google Scholar, Ulakbim veri tabanı, Pubmed, Yöktez gibi veri tabanlarında, Türkçe
ve İngilizce anahtar kelimeler kullanılarak, 1992-2025 yılları arasında yayımlanmış bilimsel yayınlar taranmıştır. EMDR, anıların nasıl depolandığına ve bilginin işlenme sistemine odaklanır. Bireyin güncel olarak deneyimlediği zorluklar, geçmişte düzgün işlenmemiş deneyimlerinden kaynaklanmaktadır. EMDR ile bu işlevsiz depolanan anıların normal bir deneyim olarak yorumlanması sağlanmaktadır. Bu derlemede, EMDR uygulanan sosyal anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, özgül fobi, ayrılma anksiyetesi bozukluğu, seçici konuşmazlık, performans anksiyetesi ile ilgili araştırmalara yer verilmektedir. Özgül fobi, panik bozukluk ve performans anksiyetesi (sınav ve müzik performans anksiyetesi) ile ilgili yapılan randomize kontrollü araştırmalar, EMDR müdahalesinin etkili olabileceğini göstermektedir. Ancak bulguların genellenebilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Sosyal anksiyete bozukluğu ve panik bozuklukta, EMDR’nin anksiyete bozukluklarında etkinliği kanıtlanan bir yöntem olan Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) kadar etkili olabileceğinin belirtilmesi umut vadetmektedir. Ancak bu karşılaştırma araştırmaları, iki müdahalenin birbirine göre etkili olduğunu gösterse de plasebo kontrol grubunun bulunmaması, müdahalenin tek başına etkinliğini sınırlamaktadır. VRET (Sanal Gerçeklik Temelli Maruz Bırakma Terapisi) ile EMDR’nin özgül fobi semptomları üzerinde kontrol grubuna kıyasla benzer etkide olduğu belirtilmektedir. Performans anksiyetesi bağlamında ise, EMDR’in biofeedback
ve bilişsel hipnoterapiye kıyasla daha yüksek etkililik düzeyine sahip olduğu rapor edilmektedir. Ancak EMDR’nin diğer müdahalelere göre avantaj, dezavantajlarının değerlendirilmesi ve sonuçların genellenebilirliğini artırmak için daha geniş örneklemli, plasebo kontrol gruplu ve uzun süreli takip içeren araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuç olarak, dünyada ve Türkiye’de kullanım sıklığı artış gösteren EMDR’nin etkileri, kısa sürede ortaya çıkabilmektedir. EMDR, anksiyete bozukluklarında umut verici bir yaklaşımdır. Bununla birlikte, etkinliğine dair daha fazla randomize kontrollü çalışma yürütülmesine ihtiyaç vardır. Özellikle yaygın anksiyete bozukluğu, seçici konuşmazlık ve ayrılma anksiyetesi bozukluğu gibi alt türlerde EMDR müdahalesine ilişkin araştırma sayısı oldukça azdır. EMDR müdahalesi tamamlandıktan sonra etkileri takip eden araştırmalar bulunsa da uzun vadeli sonuçları inceleyen çalışmaların sayısı sınırlıdır ve bu, alandaki önemli bir boşluğu işaret etmektedir.
	Amaç: Bu derlemenin amacı, kronik hastalıklarda aile temelli rehabilitasyonun terapötik süreçlere katkılarını incelemek ve hasta–aile–terapist etkileşimi temelinde geliştirilen uygulamaların klinik sonuçlara etkisini ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, 2000–2024 yılları arasında aile temelli rehabilitasyon, evde bakım ve kronik hastalıklar konularında yayımlanmış güncel literatürün tarandığı niteliksel bir derlemedir. Elektronik veri tabanları kullanılarak seçilen çalışmalarda; aile eğitimi, bakım süreci, klinik sonuçlar ve dijital destek uygulamaları gibi temalar üzerinden içerik analizi yapılmıştır.
Bulgular: Aile temelli rehabilitasyonun, nörolojik (inme, MS, Parkinson) ve pediatrik (serebral palsi, gelişimsel bozukluklar) hasta gruplarında terapötik sonuçları anlamlı düzeyde iyileştirdiği görülmüştür. Literatür, aile katılımının özellikle tedaviye uyum, motivasyonun korunması, duygusal destek, egzersiz sıklığı ve fonksiyonel bağımsızlık kazanımı gibi alanlarda etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Ev ortamında sürdürülen egzersiz programlarının başarısı, büyük ölçüde aile bireylerinin aktif katılımına ve düzenli geribildirim sağlamasına bağlıdır. Aile desteği, hastaların sosyal izolasyonunu azaltmakta; depresyon, kaygı ve tedaviye karşı direnç gibi psikososyal zorlukların üstesinden gelinmesine yardımcı olmaktadır. Yapılandırılmış aile eğitimlerinin; bilgi düzeyini artırdığı, doğru bakım uygulamalarını desteklediği ve terapötik süreçle ilgili özyeterlik algısını güçlendirdiği belirlenmiştir. Ayrıca dijital sağlık teknolojilerinin kullanımı (mobil uygulamalar, uzaktan danışmanlık) ailelerin profesyonel desteğe erişimini kolaylaştırmakta ve bakım kalitesini artırmaktadır. Aile bireylerinin sürece entegrasyonu, yalnızca klinik çıktılarda değil, hastane yatış süresinin kısalması, komplikasyon riskinin azalması ve sağlık sistemine maliyetin düşürülmesi gibi parametrelerde de olumlu yansımalar doğurmaktadır.
Tartışma: Elde edilen bulgular, aile bireylerinin sadece destekleyici değil, aynı zamanda tedavi sürecinin aktif paydaşları olarak değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Dijital sağlık uygulamaları, ailelerin bilgiye erişimini kolaylaştırarak bakım kalitesini artırma potansiyeline sahiptir.
Sonuç: Kronik hastalık yönetiminde aile temelli rehabilitasyon yaklaşımlarının yaygınlaştırılması, hem hasta sonuçlarını iyileştirmek hem de sağlık sisteminde sürdürülebilirliği desteklemek açısından kritik önemdedir.